Müzikal Filmler Dosyası Vol.1: 50ler ve Öncesi
Bloga o kadar karamsar ve iç bayıcı bir yazı ile başlarsan ne olur? Tabi ki devamında tek bir kelime yazasın bile gelmez; çünkü arkadan buram buram yükselen eskilerden bir grubun müziği eşliğinde duvarı izleyip hayat hakkında düşünüyormuş gibi yapmakla meşgulsündür. İndie film melankolisi, buyur, sahne senin.
Bu sebeple tempoyu biraz yükseltiyor ve sol bemolle girizgah yapıp en sevdiğim film türlerinden biri hakkında konuşmaya başlıyoruz: Mü-zi-kal-leeeeeeeer!!!
Ba-dum-tısss~
Aslında sanırım müzikal filmler özellikle biz modern zaman seyircisi için daima biraz zor bir tür olmuştur. Yani şimdiye kadar kaç kişiden "Neden birden kalkıp şarkı söylemeye başlıyorlar anlamıyorum yaa..." yorumunu duydum, bilmiyorum. Diyeceğim tek şey: İşin büyüsü orada saklı, Mahmut. Müzikaller, gürültücüdür, "gay"dir, tamamen gerçekçi olmakla ilgili bir dertleri yoktur, parayı ortalığa saçmaktan çekinmeyen şaşaalı yapımlardır (ki bu durum eskisi kadar çok olmamalarında bayağı etkili), çoğunlukla gerek oyuncu, gerek tasarımcı, koreograf ve hikaye paylaşımı yaptıkları Broadway'in özünü biz New York'a -ya da bazı efsanevi sahnelemeler için zaman makinesi icat edip geçmişe- gidemeyen zavallılar için beyaz perdeye taşır ve harika şarkıları, eğlenceli dansları hiç beklemediğin bir anda kalbinin sol üst odacığında yaratacağı hüzünlü kasılma ile sevilmeyi hak ederler. Üstelik zamanında özellikle Hollywood'un altın çağında sinema sahnesine hükmetmiş olan bir türdür ki müzikaller üzerine hazırlamaya karar verdiğim bu yazı serisinin bu bölümünde tam da o zamandan bahsedeceğiz: Müzikallerin Hollywood'daki altın ve felaket derecede bereketli çağından.
(Kısa bir ara not: Diğer ülkelerde iyi müzikaller yok mu diyenler için: Tabi ki var, mesela ben çok ilgilenmesem de Bollywood neredeyse başlı başına bunun üzerine kurulu bir sektör. Ama para babası Hollywoood arkasına bu işin asıl kasırgası Broadway'i de alıp sinemanın başından beri en fazla müzikal film üretmiş, bir şekilde türün yol haritasını çizmiş. Bu sebeple yazı dizisi dünya sinemasından müzikal favorilerimi belirtmeyi planladığım son bölüm hariç Hollywood odaklı olacak.)
Öncelikle ufak bir tarih dersi: 1920ler ve devamı savaş sonrası ortamı ve özellikle Büyük Buhranıyla Amerika için biraz (!) zorlayıcı zamanlardı. Ama aynı zamanda sinema sektörü büyüyor, önce sesler işe dahil oluyor ardından MGM (şu aslanın hırladığı film şirketi) eliyle techicolor tekniği (filmleri sonradan renklendirme işi) ile renkli filmler yaratılmaya (ilk renkli film 1935te, bu teknikle düzenlenen son film ise The Godfather part II) başlanıyor ve beyaz perde herkesin eğlencesine dönüşüyordu. Tabi buna bazıları revü, bazıları gezici tiyatro, bazıları Broadway kökenli dansçı/şarkıcı oyuncuları, gene Broadway kökenli yazarlar ve yönetmenleri bir de zaten bunalım içinde yaşayan halkın ölmüş ruhunu neşelendirme -bu arada da birazcık da para kazanma- ümidini eklerseniz ne elde edersiniz? Tabi ki bolca müzikal; 30 yıldan kısa süre içinde yüzlerce müzikal, oyuncuların bir setten başka sete koşturduğu, bazı senelerde sayının altmışı geçtiği müzikal! Sana da bir müzikal, sana da bir müzikal, al sana da bir müzikal!
Sonuç olarak 50ler ve öncesi müzikaller için tam da bu yüzden altın çağ. Çünkü bu döneme ait şarkı içeriklerinin azlığı sebebiyle müzikal kabul edilemeyecek filmler bile içinde mutlaka bir dans parçası, karakterlerden birinin söylediği şimdilerde büyük ihtimalle ikonik hale gelmiş bir şarkı ya da aynı anda muhtemelen her ikisini birden içeriyor. Tabi ki neredeyse herkesin şarkı söyleyebilmesinin (söyleyemeyen oyuncular için söyleyebilen sesler bulup onların yerine kullanılmasının), şarkı söyleme ve dans etmenin oyuncuda ciddi aranan özellikler olmasının, tıpkı bizim bir zamanlar yaptığımız gibi özünde müzisyen olan ünlülerin aynı zamanda oyunculuk yapmasının (Frank Sinatra ve daha çok 60ların adamı olsa da birkaç filminde gitarı ile ortalara dökülen Elwis Presley gibi ki bir zamanlar bizim sinemamızda da hakim olan bir kültürdü) da bu durumda büyük etkisi var. Kafasına silah dayansa 10 saniye tek bir notada kalamayacak oyuncuları büyük müzikallere koyan şimdiki zamanın aksine... *ehem* RussellCrowe *ehem* EmmaWatson *ehem*
Gene de bu dönemin filmleri ile ilgili bir sorun var: Şarkılar ve danslar fevkaledenin fevkinde, insanı güldüren zekice diyaloglar da var ama bir çoğu konu açısından ne yazık ki oldukça zayıf olabiliyorlar. Belki de hızlı üretimin kurbanı olup kendi içlerinde çok fazla tekrara düştüklerindendir. Ama ayrıca bunda değişen bakış açılarımızın da etkisi var: Artık hiçbirimiz mutlu son adına karakterlerin kendilerinden ödün vermesini doğru bulmuyoruz. Eski Hollywood klasiklerini izlerken Kızılderililer ya da siyahilerin ırkçı esprilere konu olması bizi rahatsız ediyor. Marilyn Monroe'nun sarışın kadın aşağılanmasına kurban gitmesi bizi güldürmek yerine kızdırıyor. Ve ne yazık ki dönemin yapısına uygun olarak eski Hollywood klasiklerinde bütün bunlara rastlamanız çok olası. Bu zamanlarda henüz şampanya kadehleri ve küllükler arasına bir yerlere gizlenmiş politik doğruculuğu bulamamışlardı, üzgünüm. Çoğunlukla şampanya kadehleri ve küllüklerle ilgilendikleri için olabilir. Bir de müzik tabi. Müzik önemli.
Sonuç olarak dönem ruhu ve bütün bu zırvalıklar hakkında ufak bir girizgah yapma işini de hallettiğimize göre size bu zamanlardan izleyip techicolorun, "ben bunu başka bir yerde duydum yaaa" diyeceğiniz şarkıların ve enfes koreografilerle tap dansının tadını çıkarabileceğiniz 12 klasik müzikal film önerme zamanı geldi. Klasik dediğim için bir çoğu zaten ciddi ünlü olanlar olacak ama belki aralarında izlemediğiniz bir tane vardır, kim bilir?
1. Top Hat (1935)
Bulması birazcık sıkıntı verici olabilir ama siyah beyaz eranın tap dansçı ikilisi Fred Astaire ve Ginger Rogers'ın en iyi ve ilham verici işi olarak kabul edilen filmle listeye başlamasam olmazdı. Cheek To Cheek gibi ünlü bir şarkıyı işte tam da burada ünlü ettiler (Caz dinleyemenler pisti terk etsin, çünkü bu konudan daha çok bahsedeceğiz. Ya da gidip bir koşu Cheek to Cheek'i dinleyin çünkü gerçekten güzel şarkıdır. Lady Gaga da Tony Bennet ile beraber çıkardığı caz albümünde söylemişti bir ara). Ayrıca listedeki tek siyah-beyaz film olan Top Hat aslında oldukça basit bir romantik komedi hikayesine sahip: Amerika'da ünlü bir dansçı olan Jerry Travers turne için İngiltere'ye gidiyor, kaldığı otelde gecenin köründe büyüleyici adımlarına çalışırken alt katında kalan Dale'i uyandırıyor. Doğal olarak Dale gidip "kes şunu lanet olası yankee!" diyor ama Jerry kendini menajeri Horace olarak tanıtıp işten sıyrılmaya çalışınca ve bu ikisi birbirinden etkilenince... Klişe evet ama sene 1935 arkadaşlar. O zaman için çok da klişe olmayabilir. Belki. Sanırım. Umarım.
Büyük keyifle izlenecek bir nostalji Top Hat. Hem siyah beyaz filmlere hem de müzikallere ilgi duyanları tatmin etmelik. Ve Frank Astaire birçok dansçıya ilham olmuş, büyük ihtimalle de seviyesine (en azından tap dansında) ulaşılamamış bir dansçı; izlerken bir noktada çenenizi yukarı doğru itmeniz gerekiyor çünkü fark etmeden göbeğinize kadar düşmüş oluyor. Bir de insanlar bir zamanların gölgesinin gölgesi La La Land'in o malum sahnesini överler... Yazıklı.
2. Wizard of Oz (1939)
Zaman kadar eski bir hikaye... Bir saniye, bu başka bir müzikaldi...
1939 yapımı Wizard of Oz sinema tarihinin büyük ihtimalle en ünlü müzikal filmlerinden birisi. Daha da doğrusu büyük ihtimalle sinema tarihinin en ünlü filmlerinden birisi. Somewhere Over The Rainbow herkesin daha önce hiç dinlemese de bildiği bir şarkı, hikaye kimsenin duymamış olsa da tanıdık olduğu bir bir hikaye, parıldayan kırmızı pabuçlar her küçük kızın sebepsizce hayali... Hikaye ve film tonlarca şarkıya ve başka işe ilham oldu, birçok yerde kendisine göndermeler yapıldı, tartışmasız olarak en ünlü şarkısı olan Somewhere over The Rainbow her türlü umutsuzluk anında çalındı. Film öyle bir noktada ki bazı çevrelerce sesli sinemanın ilk büyük başyapıtı olarak görülmekte. Eh, hak etmediğini kimse söyleyemez.
Zamanında techicolor ile çekilen (bu arada aynı zamanda Gone With The Wind ile beraber bu tekniğin kullanıldığı en başarılı filmlerden biri olarak da kabul edilmektedir) ve MGM'e ciddi paralara mal olan (o gün için 3 milyon dolar civarı) Wizard of Oz en basit tanımıyla bir şaheser. Setinden hikayesine, Judy Garland'ın oyunculuğundan müziklerine kesinlikle izlenmesi gereken bir klasik. Yani mağaranızda takılırken zaman bulup hala izlemediyseniz diye diyorum...
...Şaka şaka.
3. Meet Me At St Louis (1944)
Bir başka Judy Garland klasiği... Üstelik Vincente Minelli yönetmenliğinde (Lisa Minelli'nin babası ve Judy Garland'ın bir dönem eşi olan Minelli'yi daha çok anacağız, her ne kadar Judy'nin kalbini kırmış olsa da müzikal klasiklerine imza atmış bir adam.). Film daha önce de bahsettiğim bu dönemde çok görüldüğü üzere gibi çarpıcı bir konu sunmuyor(şehirlerine gelecek bir festivali bekleyen bir aile üzerine, bir miktar Little Woman hisli ama onun gibi dramatik değil). Çünkü amacı müzikleri, Judy Garland'ın masum güzelliği ve bir başka benim favorim olan Minelli müzikalinde de rastlayacağımız gibi eski döneme ait harika görünen kıyafetleri ile görsel bir ziyafet sunup seyirciyi eğlendirmek. Ve bunu da layıkıyla yapıyor. Eğer Judy Garland'ı güneyli Amerikan kıyafetleri içinde şarkı söyleyip dans ederken izlemek istiyorsanız gidin ve Meet me at St Louis'yi izleyin, garanti ederim eğleneceksiniz.
4. Annie Get Your Gun (1950)
İşte beni bulana kadar hasta etmiş bir başka film daha... Sırf şu sahnesine taktığım için peşine düştüğüm Annie Get Your Gun. Ve pişman olmadım, özellikle Betty Hutton'ın aşırı animasyonumsu hareketleri gecemi şenlendirmişti. Betty Hutton bu rol senin yerine Judy Garland'a gitmediği için o kadar mutluyum ki...
Annie Get Your Gun aslında gerçek birinin hayatından yola çıkan bir hikaye: Zamanında Amerika'da atıcılık gösterileri yaparak ünlenmiş ve bu yeteneği ile turlara çıkmış Annie Oakley'nin gerçek hayatta da evlendiği kişi olan Frank Butler ile tanışması ve bir araya gelmesi sürecini eski Hollywood ruhuna yakışır bir şekilde komedi müzikaline döndürüp anlatıyor. Ve bu sebeple de büyük ihtimalle normal hayatıyla bazı noktalarda belki de küçük düşürücü olabilecek şekilde alakasız ama aynı zamanda izlemesi keyif verici. There Is No Bussiness Like Show Bussiness, Anything You Can Do I Can Do Better ve You Can't Get A Man with A Gun gayet de müzikal listemde kendine yer edinmiş parçalar ve efektsiz olarak o kadar atı tek bir sahneye koymuş olmanızı takdir ediyorum. Annie karakterinin Frank için her şeyi yapması başka bir filmde beni gıcık edecek olsa bile burada bir şekilde Betty Hutton sağ olsun göz yumup keyif alabiliyor ve yoluna devam ediyorsun (Sizi uyardım, eski filmler görece modern anlayışımıza uymayan pek çok şey yapıyor).
5. An American In Paris (1951)
İşte geldik Amerikalılar ve Paris ile romantizm ilişkilendirme hastalıklarının bir başka ürününe... Gene Kelly Paris'te bir Amerikalı olarak aşık olmaması gereken birine aşık oluyor ve olaylar gelişiyor. Gene bir Minelli filmi; bu sebeple konuda basit, sahneler, dekor, kostümler ve müzikler ile koreografide harika. Ayrıca zamanında 8 dalda aday olup 6 Oscar kazanmış bir iş. Kötü gününde "sanırım o sene Oscarlar bayağı boştu" diyesi geliyor insanın. Ama gene de izlerken çok eğlendiğim bir filmdi ve aşırı popüler müzikaller arasında "bu neden popüler ki şimdi?" diye sorguladığım çok başka işler var, o açıdan Minelli sevgimizi koltuk altımıza alıp Gene Kelly'ye saygılarımızı sunup bu filmi de listemize koyuyoruz.
6. Singin' In The Rain (1952)
Bir başka klasik, bir başka başyapıt. Gene Kelly, Donald O'Conner ve Debbie Reynolds'ın (Ay Debbie Reynolds'a bayılıyorum) baş rollerini paylaştığı film müzikal sevmeyen insanların bile ayıla bayıla izlediği yapım olarak tarihe geçecek sanırım. Yani hakkında birkaç eğlenceli şey söylemekten başka bir şey gelmiyor içimden: Mesela nasıl aslında Debbie Reynolds'ın birçok rol arkadaşı gibi gerçekten dans eğitimi almadığı buna rağmen diğer iki döneminin en başarılı ve profesyonel dansçı/oyuncusu yanında gayet onları yakalayan bir performans sergilediği ya da filmin Hollywood'a azıcık ucundan laf soktuğu gibi. Arkasından gelen bir çok filme ilham olmuş bir film Singing in The Rain. Bir başka kesinlikle görülmesi gereken film. İşin daha da güzeli bir sorumluluk duygusu ile başına otursanız bile bittiğinde "iyi ki izlemişim" diyeceğiniz bir tane.
Kıssadan hisse: Kesinlikle izleyin. Yani en kötü ihtimalle evet izledim dersiniz, çünkü evet izledim demeniz gereken bir film (Artık bu da ne demekse...).
Kıssadan hisse: Kesinlikle izleyin. Yani en kötü ihtimalle evet izledim dersiniz, çünkü evet izledim demeniz gereken bir film (Artık bu da ne demekse...).
7. Gentlemen Prefer Blondes (1953)
Gentlemen Prefer Blondes ikonik Diamonds Are a Girl's Bestfriend sahnesi ve Marilyn Monroe ile akıllara kazınan müzikal(imsi) film. Güzel sarışın kadınlar üzerine dönen basmakalıpların dibini kazımasıyla çok dışarıdan bakanların biraz sinirini bozsa da aslında Marilyn'in karakterine verdiği muhteşem repliklerle onun aslında sadece aptalı oynayan bir sarışın olduğu imasıyla da hem bir miktar kalbimizi kazanmış hem de "Yahu yani sen kadınlar masum erkekleri aralıksız olarak kandıran karadullar mı demek istiyorsun?" dedirterek ikilemde kalmamıza neden olmuştur. Ayrıca filmde asıl güzellik bir şekilde Jane Russell'dır; her izlediğimde şahsıma centilmenler ne halt ederse etsin ben hakkımı kumraldan yana kullanmak istiyorum dedirtir.
Aslında Gentlemen Prefer Blondes tam olarak müzikal de sayılmaz, bir müzikal uyarlamasıdır, arada müzikli kısımlar vardır ama film müzikallerin en büyük özelliği olan olayı bir şarkı ile anlatma işine hiç girmez. Belki de bu yüzden müzikli film olarak anılması daha doğru olur. Gene de listeye koymak istedim çünkü izlemediyseniz izleyin, çok eğleneceksiniz.
8. Band Wagon (1953)
Bir başka Minelli klasiği (Sanırım bu adamı birazcık fazla seviyorum) ve büyük ihtimalle en iyisi. Band Wagon ışığı sönmekte olan bir yıldızın hikayesini anlatıyor: Tony Hunter zamanında müzikallerin yüzü olsa da gittikçe unutulmuş ve geri dönüş için yanıp tutuşan bir oyuncu. Bu sebeple Hollywood'a dönüyor ve kendisini Faust'un bir tür müzikal yorumunun içinde buluyor. Ama ne müzikal beklediği iş ne de yönetmen tarafından karşısına çıkarılan balerin beklediği rol arkadaşı...
Fred Astaire'in Cyd Craisse ile beraber baş rolünde olduğu film artık birazcık yaşlanmış oyuncuya bu açıdan da cuk diye oturuyor. Tabi ki yaşı performansını hiç etkilemiyor ve muhteşem dans sahneleri görüyoruz. Genel olarak müzikal olan her Minelli işi gibi Gentlemen Prefer Blondes'un yaptığını yapmıyor ve tam bir müzikal olarak ilerliyor Band Wagon. Zaten Fred Astaire'in olduğu filmden de başka bir şey beklenemezdi (Acaba kendisinin dans etmediği filmleri var mı? Varsa da ben hiç izlemedim de...)
Fred Astaire'in Cyd Craisse ile beraber baş rolünde olduğu film artık birazcık yaşlanmış oyuncuya bu açıdan da cuk diye oturuyor. Tabi ki yaşı performansını hiç etkilemiyor ve muhteşem dans sahneleri görüyoruz. Genel olarak müzikal olan her Minelli işi gibi Gentlemen Prefer Blondes'un yaptığını yapmıyor ve tam bir müzikal olarak ilerliyor Band Wagon. Zaten Fred Astaire'in olduğu filmden de başka bir şey beklenemezdi (Acaba kendisinin dans etmediği filmleri var mı? Varsa da ben hiç izlemedim de...)
Klasik anlamıyla harika bir müzikal Band Wagon. Artık böyle filmler yapmıyorlar *iç geçirmeli bir şeyler*
dipnot: Ayrıca bu filmdeki bir sahne Michael Jackson'ın Smooth Criminal'ına ilham olmuştur.
9. A Star Is Born (1954)
Evet, A Star Is Born iki sene önce çekilmedi. Aslında ilk olarak 1954'te bile çekilmedi; filmin ilk versiyonu 1937ye ait. Ben onu görmedim ama Barbra Streisandlı 1976 ve Judy Garlandlı 54 versiyonlarını izledim ve ikisi arasında favorim bu olduğu için listede yerini alıyor (Ve hayır, Lady Gagalı yeni versiyonunu da izlemedim ve büyük ihtimalle de izlemeyeceğim, konu Bradley Cooper kusura bakmasın ama modern bir filmde görmek için çok iç bayıcı).
A Star Is Born ismi her şeyi açıklayan bir film, bir yıldızın doğuşunu şöhret basamaklarını tırmanırken yaşadığı zorlukları anlatıyor. Ve Judy Garland bu rolü oynarken kendi yaşadıklarından mı besleniyordu bilmiyorum ama rolün altından girip üstünden çıkıyor ve bu listede A Star Is Born ile beraber üç filmini saymış olsam da (Judy Garland çünkü, gerçekten en büyüklerden biri) Ally rolü ile büyük ihtimalle en iyi performansını sergiliyor. Ki yeni versiyonu izleme istememe sebeplerimden biri de bu: Zaten göreceğimi gördüm ve bu bana yetti, hissi. Sanırım herhangi bir şekilde Lady Gaga'nın Judy Garland'ın performasının üzerine çıkacağını da düşünmüyorum, belki de beni şaşırtmıştır, kim bilir...
10. Guys and Dolls (1955)
Marlon Brando'nun yer aldığı bir müzikal mi? Hem de Frank Sinatra ile beraber? Nereyi imzalayayım?
Guys and Dolls bir başka ünlü Broadway müzikali uyarlaması. Ve cidden yukarıdaki sebep yüzünden listede. Sizlerle Baba'nın yer aldığı bir müzikal olduğu gerçeğini paylaşmak istedim. Filme yaklaşımım tam olarak buydu çünkü: Don Vito zarları sallamadan önce Lady Luck'a ithafen şarkı mı söylüyor? Tamam izleyelim o zaman.
Bunun dışında Guys and Dolls çok ama çok efsanevi bir film değil ne yazık ki ama ben iki karizmatik insanı karşı karşıya görmekten oldukça keyif almıştım bu sebeple anmadan geçemedim.
Bunun dışında Guys and Dolls çok ama çok efsanevi bir film değil ne yazık ki ama ben iki karizmatik insanı karşı karşıya görmekten oldukça keyif almıştım bu sebeple anmadan geçemedim.
11. High Society (1956)
Sosyetenin çiçeği, evlenme arifesindeki Tracy'ye üç farklı seviyeden üç farklı erkek aşık oluyor ve Tracy güzeller güzeli Grace Kelly olduğundan biz de mantıklı yahu deyip keyifle izliyoruz.
Bu filmi seviyorum çünkü aynı Gentlemen Prefer Blondes gibi klasik müzikal yerine müzikli film kıvamında olsa da basit konusuna rağmen üç farklı erkek karakter (yüksek sınıfa doğmuş ve sofiktike yetişmiş biri, orta sınıftan gelip yüksek sınıfın arasına karışmaya çalışan biri ve orta sınıf olup bununla derdi olmayan biri) aracılığıyla üç farklı sınıfın yaşadığı fikir ayrılığı ve çatışmasını güzelce toparlıyor ve eski bir bakış açısıyla olsa da insana düşünecek bir şeyler sunuyor. Ayrıca Grace Kelly'yi izlemek daima büyük keyif.
Müzik kısmına gelirsek filmde Frank Sinatra ve Bing Crosby (ve ikisinin keyifli düeti) yanında Louis Armstrong ve orkestrası da yer alıyor ve gene Bing Crosby ile oldukça hoş bir caz parçası söylüyorlar. Ki bu gayet iyi müzikler duyacaksınız demek. Üstelik aşırı müzikal sevmiyorsanız da (müzikal sevmiyorsanız bu yazıda ne yapıyorsunuz?) High Society sizin için uygun bir film olacaktır, çünkü dediğim gibi her dakika bir şarkı patlatmak yerine daha çok arada bir iki şarkı söylüyorlar.
Ah Gigi... Benim suçlu zevkim...
Listemin son filmi Gigi gene bir Minelli işi. Başrollerinde Leslie Caron, Louis Jourdan (benim eski Hollywood aşklarımdan büyük ihtimalle en büyüğü) ve Maurice Cheavalier gibi isimler bulunan filmin en iyi film ve en iyi yönetmen de dahil tamı tamına 9 Oscarı var. 1900lerin başında geçen film aslında metres olmak için eğitilen bir kızın hikayesini anlatması açısından biraz uygunsuz bulunabilir ama dönemin bu yanını yansıtıyor ve sonuç olarak tatlıya bağlanıyor. Ve It's A Bore benim favori müzikal parçalarımdan biri. Gigi genel olarak favori müzikal fimlerimden biri, izlerken felaket eğleniyorum. Bu sebeple tavsiye de ederim.
Böylece ilk müzikaller yazımı da yazmış oldum. Bir sonrakinde 60lardan 80lere kadar neler varmış diye bakacağız. Umarım... Yazmayı becerebilirsem...
Peki siz hangilerini izlediniz? Bu dönemden başka sevdiğiniz müzikaller var mı? Ya da favori müzikalleriniz neler? Evde bulaşık yıkarken birden kendinizi Singing in The Rain söylerken buluyor musunuz? KONUŞUN BENİMLE!!!
...Çok sıkılıyorum sayın okuyucu.
Son olarak yazımı Debbie Reynolds'tan bir performans ile kapamak istiyorum çünkü bence kendisi bir ballı lokma tatlısı ve ne zaman izlesem beni mutlu ediyor.
Not: Blogun bu halinden nefret ediyorum, bir ara düzenleyeceğim. Gerçekten.











Yorumlar
Yorum Gönder