Başlangıçlar...
...Hayatın tamamıyla kötü olduğum ve bu sebeple bodoslama dalıp akışına bıraktığım elementleri. Çoğunlukla çok umudunuz olmadan açtığınız ve aslında pek de sarmayan bir filmi "dur bakalım, acaba ne olacak?" diyerek izlemeye devam etmek gibi. Ne yazık ki hayat bir başa sar tuşu ya da yeniden izleme ihtimali ile gelmiyor. Belki de filmleri bu derece sevmemin arkasında da normal akışın bize sunmadığı bu olasılıklar dizisi vardır: Başa sarmalar, tekrar gözden geçirmeler, sıkılınca kapatıp bir başkasına geçmeler ya da kalkıp bir bardak kahve hazırlamalar...
Fazlasıyla mı depresif oldu? İzin verin de başa sarıp yeniden deneyeyim:
Nerede kalmıştık?
Evet, başlangıçlar... Biraz tekinsizler, değil mi? Biraz korkutucu, fazlasıyla belki de istenmeyecek ihtimallere gebe. Çocukken şu sürpriz yumurtalardan alıp aslında pek umursamadığın çikolatasını kırdığında o sarı plastiğin içinden aslında çok da sevmeyeceğin bir oyuncağın çıkması gibi biraz. Gene de her seferinde bir başkasını alabilmek için markete gidersin. Oyuncağa ulaşmadan önceki umutta heyecan verici bir şeyler vardır. Kitapların ilk sayfasında, filmlerin ilk sahnesinde de öyle. Güzel geçirilecek zamanın umudu. Başkasının penceresinden bambaşka dünyalar, insanlar dolayısıyla fikirleri tanımanın umudu. Bir şekilde aşağı yukarı iki saatin sonunda bir şeyleri anlamaya daha fazla yaklaşmış olabilmenin umudu.
Bu yeni başlayan blog nereye gidecek bilmiyorum. Ama bu saçma yazı ile sanıyorum ki çikolatayı kırdım, kitabın kapağını çevirdim, koltuğuma kurulup oynat tuşuna bastım. Ve bu beni heyecanlandırıyor. Adımlar nereye götürecek bilmesem de (yolun bir noktasında umarım ejderhalar ve elf kılıçları konuya dahil olur çünkü kim bir elf kılıcı istemez?) kapıdan çıktık bir kere. Bana eşlik etmek isterseniz size verecek bir parça çikolatam, yedek bir kitabım ve bir miktar patlamış mısırım var.
Neden mi sinema hakkında bir blog? Del Toro'nun da söylediği gibi bir şekilde, daima:
Fazlasıyla mı depresif oldu? İzin verin de başa sarıp yeniden deneyeyim:
Nerede kalmıştık?
Evet, başlangıçlar... Biraz tekinsizler, değil mi? Biraz korkutucu, fazlasıyla belki de istenmeyecek ihtimallere gebe. Çocukken şu sürpriz yumurtalardan alıp aslında pek umursamadığın çikolatasını kırdığında o sarı plastiğin içinden aslında çok da sevmeyeceğin bir oyuncağın çıkması gibi biraz. Gene de her seferinde bir başkasını alabilmek için markete gidersin. Oyuncağa ulaşmadan önceki umutta heyecan verici bir şeyler vardır. Kitapların ilk sayfasında, filmlerin ilk sahnesinde de öyle. Güzel geçirilecek zamanın umudu. Başkasının penceresinden bambaşka dünyalar, insanlar dolayısıyla fikirleri tanımanın umudu. Bir şekilde aşağı yukarı iki saatin sonunda bir şeyleri anlamaya daha fazla yaklaşmış olabilmenin umudu.
Bu yeni başlayan blog nereye gidecek bilmiyorum. Ama bu saçma yazı ile sanıyorum ki çikolatayı kırdım, kitabın kapağını çevirdim, koltuğuma kurulup oynat tuşuna bastım. Ve bu beni heyecanlandırıyor. Adımlar nereye götürecek bilmesem de (yolun bir noktasında umarım ejderhalar ve elf kılıçları konuya dahil olur çünkü kim bir elf kılıcı istemez?) kapıdan çıktık bir kere. Bana eşlik etmek isterseniz size verecek bir parça çikolatam, yedek bir kitabım ve bir miktar patlamış mısırım var.
Neden mi sinema hakkında bir blog? Del Toro'nun da söylediği gibi bir şekilde, daima:

Yorumlar
Yorum Gönder